DURSUN Türkiye Yazarlar
Birliği öncülüğünde, kaymakamlık, belediye, Türk Tarih Kurumu ve Muş
Alparslan Üniversitesi (MŞÜ) desteğiyle gerçekleştirilen şölende, hasbihal
etmekten, halleşmekten ve bu coğrafyayla helalleşmekten, bütün bunların
hepsiyle bir arada olmaktan büyük bir mutluluk duyduğunu söyledi.Bakan yardımcılığı dışında tarih ve Osmanlı tarihi profesörlüğü
bulunduğunu aktaran Dursun, şunları kaydetti:
"Bugünkü
çalışmanın da içeriğinde dercedilmiş olan mevzuya bir Türkoloji kongresinde,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde, bir konuşmacının bir uyarısıyla
kendime geldim, tarihçi nasıl olunur duygusunu anlama bakımından. Orhan Şaik
Gökyay hocaydı. Kongrenin kapanış konuşmalarından bir tanesinde, çok kıymetli
hocalar vardı. 'Tarihçiler siz kendi aranızda konuştunuz. Kendinize göre tarihi
tefsir ettiniz, tarihi yorumladınız ama kendinize çok da fazla güvenmeyin. Bu
işin eksiği edebiyatçılardır. Edebiyatçıların da ağzından tarihi onların da
hissiyatını, heyecanını dinlemek, sizin kuru tarihinizin içerisine biraz
heyecan biraz ruh katmak lazım. Bir şiirle ben sizi şimdi baş başa bırakacağım,
çekileceğim, siz biraz düşünün ve bu şiir üzerinden bir tarih yorumlamaya
gayret edin.' dedi."
"Tuna şiiri üzerinden kendimi yeniden bir tarih
anlayışı disiplinine soktum"
Dursun, Aşık Çelebi'nin "Tuna Kasidesi"nden Gökyay'ın okuduğu
"Kiver-i kafirden iman ehline akup gelür/ Kıbleye tutmı yüzini bir
müselmandur Tuna/ 12 Habs-i kafirden boanmı gibi zencirin sürür/ Şah-ı İslama
gelür bir ehl-i imandur Tuna" kısmını okuyarak, "(Gökyay) 'Şimdi
Tuna'yla ilgili ne biliyorsanız tekrar okuyun. Halkın nezdindeki gazavatnameler,
saltuknameler nezdindeki o fetihleri bu şiirler üzerinden bir daha
değerlendirin ve hangi sahayı çalışıyorsanız bir daha o sahaya dönün.' dedi.
Ben de gerçekten o Tuna şiiri üzerinden onun yanına Gazi Giray Han'ı da koyarak
kendimi yeniden bir tarih anlayışı disiplinine soktum." ifadelerini
kullandı.
Önce nereden çıktığını görmek için Tuna'nın kaynağına gittiğine dikkati
çeken Dursun, sonra Tuna'yı şiirler üzerinden takip ederek Tuna ile uzun bir
süre geçirdiğini dile getirdi.
"Dicle’nin, Karasu’nun, Aras’ın kuzularını
çakallara kaptırmayacağız"
Ahmet Haluk Dursun, bir kaç sene önce Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinde
konuşma yaparken yaşadığı bir anısını da şu sözlerle anlattı:
"Genç bir kız öğrenci söz istedi ama muhalefet dozu yüksek heyecanlı
bir şekilde, 'Sizin burada ne işiniz var? Ben sizin yaptığınız çalışmalara
baktım, siz Tuna tarihçisisiniz, sizin hayatınız Tuna'yla geçmiş. İkinci
kitabınız da Nil. Nil'le ilgili de çalışmışsınız. Sizin hayatınızda Dicle yok.
Siz Dicle'siz bir tarihçisiniz, o yüzden sizin burada bulunmaya hakkınız yok,
konuşmaya hiç hakkınız yok' dedi. Bütün akademik unvanlar bir tarafa gidiyor
tabii.
'Tamam, bir dakika haklısın ama biraz dinle. Konuşmayı nerede yapıyoruz?
Dicle Üniversitesinde yapıyoruz. Kampüsün içerisinden Dicle geçer. Ben buraya
nereden geldim? Cizre'den geldim, Cizre tam bir şehirdir ve tam bir Dicle
şehridir. Bir gün önce de Hasankeyf'te idim. Batman, oradan da yine Dicle
gelir. Demek ki gözümüz Dicle'de ama gönlümüz de Tuna'da. Bunda da bir zarar
yok günah yok ama haklısın bu bir gecikme, bu bir tehir. Zaten her işin, her
vazifenin rehine bırakılmış bir vakti vardır. 'Vakti şerif' denir zaten ona.
İşte o vakti şerif gelmiş ben Dicle'de sizle bugün beraberim.' dedim. Sonra
gösterdim, gençlerin hepsi zaten aynı frekans gençler. 'Siz Dicle'nin
kuzularısınız ve siz Dicle’nin kuzuları bize emanetsiniz. Haklısınız geç kaldık
bu emanete sahip olmakta ama bundan sonra sizinle hep beraber olacağız ve bu
bölgede Dicle’nin, Murat’ın, Karasu’nun, Zap Suyu’nun, Aras’ın kuzularını
çakallara kaptırmayacağız.' dedim. Çakallara kaptırmamak için onlarla hemhal
olmak, hemdert olmak ve beraber olmak lazım."
"Yahya Kemal, Arif Nihat Asya olmadan tarihimizin
ruhuna inmek mümkün mü?
Fuat Sezgin, İhsan Süreyya Sırma gibi değerlerin gençlere anlatılmasının
önemine değinen Dursun, "Mehmet Doğan ağabeyimiz gerçekten bizim kuru
akademik tarihçilerin, kendimi koyarak söylüyorum, başkalarını tenzih ediyorum.
Bir türlü fark edemedikleri bir noktaya temas etti. ‘Bu tarihin içinde biz
tarih derslerini niye başarılı bir şekilde sevdiremiyoruz?’ sorusu çok önemli
bir sorudur. Gençlerimize tarih dersini niye sevdiremiyoruz? Çünkü tarihin
geleneksel kültürden ve sohbet kültüründen gelen aktarım kabiliyetini
kaybettik. Battal Gazi'yi, Battalnameleri, Danişmentler’i çocuk kimden duyacak?
Bu bölge için Battal Gazi ne kadar önemli birisidir değil mi? O kesikbaş
hikayeleri, Hazreti Ali cenkleri, bunlar nasıl duyulacak? İşte bunlar yaşayan
kültürle nesilden nesle aktarılmak suretiyle duyulacak. Şimdi biz tarihçiler,
nasıl Rumeli’ye geçildiğini anlatır bir sürü tarihsel şeylerle. 'Keramet
gösterip halka suya seccade salmışsın/ Rumeli’nin öte yakasın dest-i takva ile
almışsın.' diyor şair. Hadi bakalım buyurun böyle anlatımı kim yapacak şimdi?
Bu ayrı bir alem. Sarı Saltuk’u bilmeden, Saltukname okumadan, 'Geldik bir
zamanlar Sarı Saltuk'la Asya'dan/ Dağıldık bir bir diyar-ı Ruma Sakarya’dan'
diyen Yahya Kemal'i okumadan, Arif Nihat Asya olmadan, Mustafa Necati
Sepetçioğlu’nun o serisini koymadan bizim bu tarihimizin ruhuna inmek mümkün
olabilir mi?" diye konuştu.
Haluk Dursun, Malazgirt, Çanakkale, Sakarya ve Sarıkamış’ı hatırlamadan
tarihin doğru dürüst yorumlanamayacağına vurgu yaparak, "Muş’ta ve diğer
bütün bölge üniversiteleri gezip dolaştıktan sonra o kızın bana 'Ne işin var
senin burada?' deyip o dersi verdikten sonra ders aldım yani ondan. Geri kalan
kısmını hep bu bölgede geçirdim. Tamamıyla Ankara’nın doğusunda yani özellikle
bu Dicle, Fırat, Zap üçlüsünün olduğu yerlerde geçiriyorum." dedi.
"Yapmamız gereken, sohbet ağırlıklı mekanlar
kurulmasıdır"
O bölgenin gençleriyle Anadolu Tarih ve Kültür Birliği'ni kurduklarına
işaret eden Dursun, şöyle devam etti:
"Bizim yaptığımız bu çalışma grubunda liseliler var, Batı liseleri,
İstanbul'un en iyi liseleri, ilk 100'e giren çocukları var. Galatasaray,
İstanbul ve Kabataş Erkek Lisesi üçlüsü pilot olarak belirlendi ve 100. yıl
dolayısıyla 100 genç seçtik. Bunlara Çanakkale ruhu olsun diye ilk programı
Çanakkale'de yaptık. Sonra Anadolu'yu gezdirmeye başladık. Geçen ay Ahlat'a
götürdük. Çünkü Ahlat görülmeden Anadolu anlaşılmaz."
Dursun bu grupla Mardin, Hasankeyf ve Batman'a gittiklerini, Sarıkamış,
Bitlis ve Doğu Beyazıt'a da gideceklerini belirterek, "Bizim temelimiz
Anadolu'dur, Malazgirt'tir, Sakarya'dır, Sarıkamış'tır, Ahlat'tır. Kudüs bizim
için mukaddes, hep söylüyorum ama Kudüs kadar Müküs'ü (Bahçesaray) tanıyacağız.
Çok güzel bir çaydır. Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu'nun dediği gibi, biz bu
coğrafyaya, tarihe, edebiyata, şiire ve gazavatnamelere dost olacağız. Bu
kültürel gelişimimizi akademik çalışmalarla da tamamlayacağız, tekemmül
ettireceğiz, mükemmelleştireceğiz ve inşallah geleceği o zaman çok daha emin
bir şekilde karşılamış olacağız." sözlerini sarf etti.
Televizyon dizilerinin tarih konusunda merak uyandırmadaki rolünün altını
çizen Dursun, şunları söyledi:
"Ömer Seyfettin'in 'Pembe İncili Kaftan'ını da mutlaka okumak lazım.
Ömer Seyfettin'siz de bu heyecanın, kendi kültürümüzün eksik kalacağı kanaatini
taşıyorum. Ben Feridun Fazıl Tülbentçi'ye de yetiştim. Bir de bu işin söz ve
sohbet ustaları var. Eşref Şefik vardı mesela. Bunlardan tarih dinlemek ayrı
bir keyifti, akademik kürsülerden dinlemenin dışında çok büyük bir alternatif
tarih kültürü ortaya koyuyordu. Biz millet kıraathanelerini kurduk. Şu anda
bana göre yapmamız gereken, sohbet ağırlıklı mekanlar kurulmasıdır."