Ülkemizi İşgal etmeye gelen İngiliz ve Anzak
Askerleri 106 Yıl Önce 19 Şubat 1915 tarihinde Çanakkale Boğazından geçmeye çalışırken
Gazi Mustafa Kemal Komutasındaki Türk Ordusu tarafından18 Mart 1915’de Çanakkale Boğazının Sularına ve 25 Nisan
1915’te Gelibolu’dan karaya ayak basarak bu kutsal Vatanı çiğnemeye kalkışanlar
da 9 Ocak 1916 da Gelibolu Yarımadası Topraklarına gömüldüler..
Türk Milletinin Dünya’ya ders verdiği bu tarihi olaydan 96 Yıl sonra;Ülkemizi İşgal etmek
için geldikleri Çanakkale Savaşında oğlu' nu aramaya gelen Avusturyalı Baba'nın
hikayesini anlatan başrollerini Rudsell Crowe un oynadığı 2014 Yapımı çekilen
‘’Son Umut’’ filmi ile ilgili 2015
yılında gazetelerde yazılan yorumlardan tespit
ettiğimiz iki gazeteciden Hüseyin Özbek’in ‘’Son Umudumuz
Anzak’’ ve Soner
Yalçın’ın "Türk'ün,Türk'e
Düşmanlığı!!! " başlığıyla köşelerinde yazdıkları yazıları ile filmin eleştirisine bir de
onların gözüyle farklı bir yorum ve bakış açısıyla İngilizlerin''Bitmeyen Son Umut''larına
106.Yılında bakalım.
Haber:Erol ŞAHİNGİL TDİHD Web Haber
‘’Son Umudumuz Anzak’’
Yayınlanmamış romanın, gösterime girmemiş filmin olağanın dışına taşan
tanıtımından hep pirelenmişimdir. Okuru, seyirciyi tava getirmek, basılmamış
eserin, gösterimi başlamamış yapımın müşterisini yaratmak cinliği olarak bakmışımdır.
Russel Crowe’nin “Son Umut”
filminin pazarlanmasında da aynı yöntem izlendi. Sermaye medyasının çekim
öncesinden başlayan kampanyası filmin gösterim arifesinde daha da yoğunlaştı.
Son Umut pazarlamacılarının işini kolaylaştıran en önemli etken kuşkusuz ki
Türk halkının derin bilinçaltında yaşattığı Çanakkale algısıdır.
Avustralyalı yapımcı-oyuncu Crowe’un,
Yılmaz Erdoğan ile Cem Yılmaz’a verdiği rol ise Türkiye pazarına yönelik bir
hesabın sonucudur. Filmin ağırlıklı sahnelerinin çekildiği ülkenin insanlarını
sinema salonlarına çekmenin akıllıca bir yönetimi olarak
değerlendirilmelidir.
Son Umut, Çanakkale muharebelerinde
kaybolan üç oğlunu arayan Avustralya’ lı baba Joshua Connor’un hikayesini
anlatıyor. Barbar Türklere ders vermek için geldikleri Gelibolu’dan dönmeyen
evlatlar, umutsuz bekleyişin intihara sürüklediği anne, karısına verdiği sözü
tutup ver elini Türkiye diyen Avustralyalı baba filmin girizgahı oluyor.
Her batılının bilinçaltındaki
oryantalist tortular Crowe’nin İstanbul’a ayak basmasıyla resmi geçide
başlıyor. Şehrin her zerresine sinmiş şark atmosferi, sokakların, yapıların
egzotik panoraması, batılı beyaz adamı şaşırtan karmaşası hayal perdesinden
akıp gidiyor.
İstanbul’a ayak basar basmaz bavulunu
kapan afacanın ardından –hırsız sanmıştır - nefes nefese konaklayacağı
pansiyonu bulan Connor burada gönlünü çalacak hırsızla karşılaşacaktır: Küçük
hanutçu Orhan’ın annesi Ayşe Çanakkale şehidi bir yedek subayın
karısıdır. Ömer, şehit ağabeyinin dulu Ayşe’ yi ikinci eş olarak nikahına
alıp pansiyona konma hesabındadır. Batı filmografisinin değişmez kuralı ise
egzotik güzel batılının, kötek şarklının hakkıdır! Connor’a abayı yakan
pansiyoncu Ayşe özelinde bu değişmez racon bir kez daha tekrarlanıyor.
Kocasını şehit eden düşmanın babasına
gönlünü kaptıran Türk kadın karakterinin bizim Çanakkale’mizde yeri olmasa da
ötekinin Gallipoli’ sinde özel bir önem taşıdığı anlaşılıyor. Geçen yüzyılın
ilk çeyreğinde batılı terbiye içinde yetişmiş olsa bile bir Türk kadınının
pansiyon işletmesi, yabancı müşterilere hizmet etmesi, kadın erkek bir arada
oynaması, Anzak’ a abayı yakması gibi dönem sosyolojisine uygun olmayan gönül
parantezini burada kapatıp konumuza dönelim.
İngiliz makamlarının zoraki engellerini
aşıp Gelibolu’ya ulaşan baba, oğullarından 4 yıl sonra Anzak Koyundadır.
Bir İngiliz heyeti de ölülerinin yerlerini belirlemek ve haritalara işlemek
için aynı bölgede bulunmaktadır. Çanakkale muharebelerinde işgalcilere
karşı savaşmış Binbaşı Hasan ( Yılmaz Erdoğan) ile Cemal Çavuş’un ( Cem Yılmaz
) bulunduğu bir Türk heyeti de İngilizlere refakat etmektedirler.
Filmin ilerleyen sahnelerinde Binbaşı
Hasan’ın, Connor’un oğullarını tanıdığı ortaya çıkacaktır! Anzak baba ile
muhabbeti ilerleten binbaşının gözleri önünde 1915 hengamesi tekrar
canlanıvermiştir. Yaralı Türk askerini çatışmanın en kanlı safhasında şefkatli
kollarına alıp Türk siperlerine teslim eden o kahraman Anzak’ı hemen
hatırlamıştır! Mehmetçiğin bir bebek itinasıyla kucaklayıp düşman siperlerine
bıraktığı yaralı Anzak hikayesinin de resmi tarihin uydurmalarından biri
olduğunu bu vesile ile öğrenmiş oluyoruz!
Medyanın Son Umut hakkında uyandırdığı
nafile umutlar, kampanyanın başarısı olarak not edilmelidir. Çanakkale
destanının görselini izleyip, Anafartalar kahramanını beyaz perdede seyretmek
hevesiyle sinema salonlarını dolduranlar son umut kırıntılarını da koltuklara
bırakarak dışarı çıkacaklardır.
Yüz yıl önce Çanakkale’yi işgalcilere
dar eden Mehmetler, 100 yıl sonra sömürgeci tetikçileriyle hayal perdesinde
eşitleneceklerini düşünemezlerdi. Analarının ak sütü gibi helal zaferlerine
işgalcilerin ortak edileceğini yemin billah söyleseler de asla
inanmazlardı. Hele özgür bir vatan bıraktıkları kimi torunlarının
işgalcileri övgüdeki sınır tanımazlıklarını hayal bile edemezlerdi.
Mehmet’in hakkını Anzak’a veren
Mükremin Çıtırların rol kestiği filmleri övgü yarışına girenleri iyi ki
görmeden ömürlerinin baharında terki dünya edip gittiler…
Av. Hüseyin Özbek
"Türk’ün Türk’e düşmanlığı!
Adı, Russell Crowe…
7 Nisan 1964 Wellington, Yeni Zelanda
doğumlu.
“Gladyatör” filmiyle Oscar aldı. Altın
Küre ve Bafta ödüllerini de kazandı.
Tanıyorsunuz; dünyaca tanınmış bir
aktör…
İlk yönetmenlik denemesinde bizden bir
hikaye anlattı:
Son Umut…
Filminde; aynı zamanda başrol oynadı;
Çanakkale Savaşı’nda kaybolan üç oğlunu aramak için Anadolu‘ya gelen Yeni
Zelandalı çiftçi bir babanın hikayesini konu etti.
Filme gittim.
Şaşırdım…
Russell Crowe gibi bir dünya yıldızı,
ülkesinin hikayesini anlatırken bizim Kurtuluş Savaşı’mızla ilgili şu
tespitlerde bulunuyordu:
- İngilizler işgalcidir.
– Yunanlılar katliamcıdır.
– Mustafa Kemal Türkiye’nin geleceğidir.
Kuvayı Milliye’ye katılmak için
Ankara’ya giden Binbaşı Hasan’ın (Yılmaz Erdoğan) gözlerindeki ateş ile
sözlerindeki umut yanaklarımı ıslattı.
Belki ben görmemişimdir, bilemiyorum;
ilk kez bir yabancı filmde bizim insanlarımız iyi-güzel-haklı gösteriliyordu.
Bir haftadır film üzerine düşünüyorum.
İstedim ki filmle ilgili bir
değerlendirme yazısı okuyayım.
Yok. Bulamadım.
Filmden önce neler neler yazılmıştı;
tabii çoğu magazin olan.
Film vizyona girdi; medyadan ses
kesildi.
Anladım; Russell Crowe büyük hata
yapmıştı; Türkleri aşağılasa idi, medyada ne çok haber olurdu.
Hayır, dış basını değil bizim medyadan
bahsediyorum.
Hiç yazılmadı değil; “Son Umut”un
gişesinin kötü olduğu, Avustralya’da bile seyredilmediği gibi yalan haberler
yaptılar!
Fatih Akın’ın, Türkleri “Ermeni
soykırımcısı” olarak gösterdiği “Kesik” filmiyle ilgili yazıları bizim medyada
(ki kimi gazetelerde manşet bile oldu) okudukça şunu sordum; “Türkler, neden
Türklere bu derece düşman!”
İşte İlyas Salman’ın büyük başarısı…
87. Oscar Ödülleri’nde, “En İyi Yabancı
Film” dalında yarışacak 9 film arasına giren “Mısır Adası” filminin başrol
oyuncusu.
Bu başarısı nedeniyle İlyas Salman’ı kaç
gazetede ve TV’de gördünüz?
Göremezsiniz…
Çünkü; o bu ülkenin sanatçısı olmakta,
düşüncelerini açıklamakta inat eden, bu topraklara bağlı bir devrimci.
Türkleri aşağılamıyor itibarıyla,
medyada yeri yoktur!..
***
"Bir ulusun, ulusal bilincini,
ulusal duygusunu ve reflekslerini nasıl yok edersiniz?
Bunun denenmiş, sınanmış bir yöntemi
vardır: O ulusun tarihsel varlığını sorgulamaya açarsınız! Yani o ulusun
tarihini yeniden tartışırsınız. Mesela, Türkler kendilerini kahraman bir ulus
olarak mı görüyorlar?
Onlara ne kadar korkak bir ulus
olduklarını göstermek gerekir!
Ya da Türkler Atatürk’ü çok mu
yüceltiyorlar? Onlara Atatürk‘ün ne kadar sıradan birisi olduğunu göstermeye
çalışırlar.
Farkındaysanız son on yıldır böylesi bir
dönemden geçiyoruz…
İşte psikolojik harp budur arkadaşlar…”
Evet…
Bu sözlerin yazarı(Prof. Dr. Kerem
Doksat…) sosyal medyada en çok saldırıya uğrayan bilim adamıdır!
Sonuçta:
Gazetelerini okuyorsunuz…
TV’lerini seyrediyorsunuz…
Ve sonra yakınıyorsunuz!
“Son Umut” filmindeki Binbaşı Hasan’ın…
Sorbonne Üniversitesi öğrencisi Hasan
Tahsin’in mücadele ruhunu taşımıyorsanız daha çok ağlarsınız!"
SONER YALÇIN