YENİ ANAYASA VE 1920 RUHUNU ÇAĞIRMA…..
T.C. tehlikeli bir eşikten
döndürülmüştür. Demokratikleşme diye milli devletimizin yapısı tanınmaz hale
getirilebilir; ülkemiz etnik guruplar kullanılarak çözülebilirdi. Tarihin
derinliklerinden gelen Türk devleti öcü olarak gösterildi; devletsiz,
milletsiz, bağımsız fert ütopyası ortada dolaştırıldı. Terörle hukuk devleti
içinde mücadele yerini müzakereye, Dolmabahçe toplantısına, Oslo görüşmelerine
bıraktı. Bir ara Ermeni açılımına da merak sarmış, açılımlara doyamamıştık.
Türkiye-Ermenistan milli maçına Erivan’a gitmiş, maalesef Asala liderine yakın oturtulmuştuk.
Türkiye’de marjinal bazı bölücü görüşler, sanki çoğunluğun görüşü gibi takdim
edilmeye çalışıldı. Bu marjinal görüşler aslında 15 Temmuz işgal ve darbe
teşebbüsüne girişenlerin görüşlerinden farklı değildi. Yıkım projeleri
demokratikleşme diye yutturulmaya çalışıldı. Aslında hem 15 Temmuza karşı
olacaksınız; hem de Türkiye sadece Türklerin değildir, Türkiye’de başka
milletler de vardır diyeceksiniz. Bundan büyük çelişki olur mu? Türklüğü etnik
çağrışım yapıyor diye anayasadan utanmadan çıkarmaya çalışacaksınız; Türk
Dünyası ile ilişkileri nasıl sürdürecek; onlara ne diyeceksiniz?
Geçmişte yeni
anayasa tezgahı bir sivil darbe olarak ülkenin önüne çıkarıldı.Yeni anayasa
çalışmaları ülkenin ihtiyaç duyduğu değişiklerden çok ülkeyi tanınmaz hale getirici
çabalardı. Başdanışmanlığa getirilenleri görünce yarın da bundan farklı
olmayacağı anlaşılmaktadır. Türkiye’de 1453’ün, 1071’in ve 1923’ün tarihi
intikamını alabilmek için fırsat kollayanlar da farklı düşünmemektedirler.
Sağın ve solun içinde bulunup bir tasfiye sürecinin ittifakı içinde birlikte
olanlar yine ortaya düşeceklerdir. Anayasa orta oyununa geçmiş yıllar
itibariyle pek yabancı değiliz.
1923’e reddiye
çıkaranlar 1920 ruhunu çağırma peşindedirler. Bunlar Milli Mücadele ve
Cumhuriyetle kavgalıdırlar. Bunlar Atatürk’e ve Türk kimliğine Yunan ve Ermeni
terör örgütleri kadar düşmandırlar. Kindar yetiştirilmişlerdir. Onlara göre,
1920’de birleşmişiz ama 1923’te ayrılmışız. Osmanlı’nın son dönemlerinde
Osmanlıcı ve din birliği tezleri üzerine padişah ve şeyhülislamların mesaj ve
gayretleri acaba karşılık bulabildi mi? Osmanlıyı çöküşten kurtarabildi mi?
Egemen bir devlet ortada kalabildi mi? Herhalde son çare olarak zor şartlar
altında Milli Mücadeleye soyunmak mecburiyetinde kalanların, Atatürk gibi
sine-i millete dönenlerin, İngiliz emrindeki sarayla hiçbirşey yapılamayacağını
görenlerin saraya karşı bir darbe veya ihtilal yaptıkları da ileri sürülemez.
Ortada devlet ve otoritesi kalmamış, İngiliz’e sığıntı
bir siyasi bakiye
ortaya çıkmıştı. Bu acı ve üzücü ortamdan ülkeyi kurtarmak için ölümü göze
alanlar, Anadolu’ya paraşütle indirilen yabancı sivil ve askerler değildi.
Milli Mücadeleyi ithal bir millet ve kadro yapmadı. Onlar tabi ki Osmanlı
kurumlarından yetişen asker ve sivillerdi. 1299’da kurulan Osmangazi’nin
Osmanlısı bu duruma layık değildi. 1299’da Osmanlı’yı kuran irade ne ise;
1923’te Milli Mücadele ile Cumhuriyeti, yeni Türk Devletini kuran irade de
odur. Osmanlı sonrası T.C. ile Türk’ün tarihi yürüyüşü sürdürülmektedir.
Geliniz 1923’ü içimize sindirelim ve 1920 ruhunu çağırma yanlışlarına ve
çelişkilerine düşmeyelim. Açık ve samimi olalım. Milli Mücadeleye karşı
olanlar, İngiliz’e bel bağlayanlar ne 1920’de, ne de 1923’te kurtuluş trenine
binmediler.