1914-1918 arası dört yıl süren Birinci Paylaşım Savaşı’ndan
yenik çıkan Osmanlı’nın terekesi galiplerin kılıç hakkı olacaktı. 30 Ekim 1918
silah bırakışmasının koşulları, arkadan gelecek Sevr’in önsözü olarak
tasarlanmıştı. Anadolu sömürge coğrafyasına dönüşecek, Türkler, özgürlük ve
bağımsızlıklarını yitireceklerdi.
Emperyalistler, Türklerin
Sevr’e direnip yeniden silaha sarılabileceğini akıllarına bile getirmemekteydi.
Ekonomik kaynakları tükenmiş, gençlerini imparatorluğun uzak coğrafyalarında
yitirmiş yoksul bir halkın teslimiyetten başka ne seçeneği olabilirdi ki? Oysa
1919-1922 arasında Mustafa Kemal önderliğinde, emperyalizme ve tetikçisi
Yunanistan’a karşı verilen Kurtuluş Savaşı’yla ölüm reçetesi Sevr yırtılacak,
bağımsızlık belgesi Lozan’a ulaşılacaktır.
ÇAĞI YAKALAMAK
Kurtuluştan sonra, çağdışı
monarşinin ülkeyi yönetmesini, halkın uysal tebaa olarak bunu kabullenmesini
bekleyenler tarihi yanlış okuduklarını kısa zamanda anlayacaklardır! Teokratik
ve despotik hanedan yönetimiyle devam etmek, çağı yakalayamamış, uygarlık dışı
bir toplumsal yapıyı sürdürmek bunca yaşananlardan hiç ders alınmaması demekti.
Mustafa Kemal’in kafasında
bambaşka düşünceler vardır. Türkiye, uygar dünyanın saygın bir üyesi olacaktır.
Türkler, tebaa değil, ortaçağ karanlığından kurtulmuş özgür yurttaşlar olarak
yaşayacaklardır. Ülkenin yeniden Sevr koşullarına dönmemesi için zihinsel,
düşünsel, kurumsal devrimler yapılacaktır.
29 Ekim 1923, milli ekonomi,
milli bürokrasi, milli eğitim, milli ordu, çağdaş hukuk temelinde tasarlanan
bir siyasal mimaridir. Ulus devlet üniter yapıyı esas alan bir devlet
kurgusudur. Osmanlı’nın çöküş döneminin acı ve trajik deneyimlerinden ders alan
son derece gerçekçi, özgün, bir çağdaş devlet denklemidir.
KARŞI DEVRİMİN KÖKLERİ
Günümüze kadar uzanan
Cumhuriyet karşıtlığının ruhsal köklerine değinmek gerekirse Kurtuluş Savaşı
sürecinde düşünsel ve eylemsel olarak Ankara’nın karşısında olanlar,
İngiltere’nin ve Saray’ın yanında saf tutanlar, Türk halkının inanç paydaları
yerine, İngiliz çıkarlarına göre kurgulanmış siyasal dinciler, 29 Ekim 1923’ü
engelleyemediler ama içlerine de asla sindiremediler. Milli Mücadele
karşıtlığının siyasal örgütü Hürriyet ve İtilaf Partisi, Teali (yükselme) İslam
Cemiyeti, Kürdistan Teali Cemiyeti üyelerinin bir kısmı aynı zamanda İngiliz
Muhipleri (dostları) Cemiyeti’nin de üyeleriydiler. İngiliz çıkarlarının etnik,
dinsel ve siyasal uzantıları olan bu oluşumların günümüzdeki mirasçılarının
Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığının geçmişteki kökleri mütareke döneminde aranmalıdır.
Bu nedenledir ki 23 Nisan
1920’de Milli Mücadele’nin meşruiyet organı TBMM’yi engellemeye yönelik iç
isyanlardan başlayarak Cumhuriyet sonrası devam eden kalkışmaların stratejik
hedefinin Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve Atatürk ilkeleri olması asla
tesadüfi değildir. “Yüzyıllık parantez”, “yüzyıllık rövanş” sözleriyle verilen
mesajlar, asıl niyetin ne olduğunu en ufak bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde
açıklamaktadır!
Yakın geçmişte Ergenekon,
Balyoz vs. bahanesiyle silaha dönüştürülen hukuk ve araçsallaştırılan FETÖ
yargısı üzerinden Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere sivil ve askeri
bürokrasinin tasfiyesi, devlet kurumsallığının dağıtılması, yüksek yargının
yeniden kurgulanması, Cumhuriyetin ekonomik varlıklarının peşkeş çekilmesi, yüz
yıllık rövanşın saha uygulamaları olarak değerlendirilmelidir.