NÜFUS EKSİKLİĞİNİ Mİ GİDERİYORSUNUZ?!
Son
günlerde aklı başında olan herkesi üzen tartışma konusu başta Suriyeliler olmak
üzere, ülkemize çeşitli şekillerde giren yabancılar olmuştur. Keşke böyle üzücü
bir üslupla tartışılmasaydı. Türklerin nüfus istilası yoluyla mağlup
edilebileceğini düşünenlerin Suriyeli, Afganlı, Pakistanlı ve Afrikalıları
Türkiye’ye pompaladıkları görülmektedir. Avrupa ülkeleri liderlerinin beyanları
göz önünde tutulunca; bu göç mühendisliğinin tesadüf olmadığı fark
edilmektedir. Baştan beri göçmenleri bünyenize alın; sosyal bütünleşmeyi
gerçekleştirin baskıları görülmüştür. Buradan hareket edilince, Batı’nın göçe
konu olanları geçici olarak değil; Türkiye’de kalıcı olarak gördüğü
anlaşılmaktadır. Binlerce insanın gökten inmediği bir gerçek ise; bunların
nasıl ülkemize giriş yaptıkları gerçekten ciddi bir konudur. Konuyu siyasete
malzeme yaparak ve yaklaşan seçimleri de göz önüne alarak ensar şemsiyesi
altına sokmak aslında kurnazca bir saptırmadır. Çok değişik sorunlar ortaya
çıkmış, karşılıklı yaramalar, ölümle sonuçlanan terör olayları görülmüştür.
Çoğu kere Suriyeliler ve diğerleri kendi aralarında bile kavga etmişlerdir.
Batı’nın emir askeri olan Yunanistan Ege Denizinde göçmenlerle ilgili
çiğnemedik yasa bırakmamış, göçmenlerin Avrupa’ya sokulmaması için onları ölüme
terk etmiş, botlarını parçalamış, AB ve Türkiye’nin yaptığı geriye döndürme
sözleşmesi gereği Yunanistan insan hakları ile çelişen çok çirkin örnekleri
Ege’de sergilemiştir. Bizleri başlarından savmak isteyen Batılı ülkeler kabul
ettikleri maddi yardımların çok azını yerine getirmişlerdir. Her ciddi ülke
gibi Türkiye’nin topraklarına sahip çıkması, ırkçılıktan habersiz bazılarınca
Türkiye suçlama hedefi yapılmıştır. Bu kargaşa ortamında birçok kaliteli
insangücümüz Batılı ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır. Bu da ülkemiz
bakımından çok olumsuz bir gelişmedir. Türkiye’de siyasetin ağız kavgası haline
getirilmesi, Ramazanda iftar sofralarında bile birlikte olamama birçok kimsede
ümitsizlik doğurmuştur.
Yabancı kaynaklı nüfus her türlü üzücü ve çirkin olaylara karışmış
ve kullanılmışlardır. Asgari ücretin çok altında çalıştırılmışlar ve
işgücümüzün bir kısmının işsizliğine sebep olmuşlardır. Bunların zamanla dost
ve müttefiklerimiz tarafından Türkiye’yi sıkıştırmada kullanılan örgütler
haline getirilmeleri çok kolay olacaktır. Kullanılıp limon gibi sıkılıp
atılacak PKK’nın yerini başkaları alacaktır. Bu konuda fazla iyimser olmak son
derece yanlıştır. Hele bunlar olmasa ekonomi iflas eder; bunlara ihtiyacımız
büyüktür gibi laflar eden ister hoca ister sıradan vatandaş olsun bunların
sağlık durumu gözden geçirilmelidir. Çevremizde mülkiyetin el değiştirdiği çok
net ve açıktır. İster istemez ensar yerliler mi; yoksa koruma altına alınmışlar
mı sorusu akla gelmektedir. Yapılan bütün araştırmalarda geçici koruma altındakilerin
isimlerinde olduğu gibi ülkelerine geri gönderilmeleri %80’leri aşan oranda
talep edilmektedir. Ülkeyi yönetenlerin bunu göz önüne almaları gerekir.
Bazıları ise; gazete sütunlarındaki yazılarında geri dönüşü savunanların
mahkemeye verilmeleri istenmişdir. Koruma altındakiler mesela Fatih civarında
yaptıkları binaların isimlerini “Arap Anadolu” veya “Anadolu Federasyonu” ve
benzerleri şeklinde isimler koyabilmişlerdir. Türkçelerini geliştirmeyi adeta
reddetmişler “ siz Arapçayı öğrenin” diyebilmişlerdir. Burada Türkiye, mesela
Kilis’te nüfusun yarısını teşkil eden Araplara daha iyi hizmet verebilmek için
devlet memurlarına Arapça kurslar bile açılabilmiştir. Bu çelişki hiçbir ciddi
devlette görülmez. Geçici koruma altına alınanlar ile Türkiye’ye dönem dönem
göç etmiş soydaşlarımızı ve Osmanlı beşeri coğrafyasının çeşitli unsurlarını yaptığı göç hareketleri birbiriyle tamamen terstir.
Tekrar Türkiye’ye göç eden Türkler ve akraba topluluklar asıl vatanlarına,
dedelerinin topraklarına dönmüşlerdir. Hatta bu dönüşte Evlat-ı Fatihan çok
büyük sorunlarla karşılaşmış ev ve barklarına el konmuş, göçe zorlanmışlardır.
Bunlar bu fedakarlıklara katlanmayıp daha emniyetli ve kısa bir yol olarak
mesela İtalya’yı seçmemişler; Anadolu’ya dönmüşlerdir. Türkiye’ye girişte
kendilerinin de Türk olduklarını ifade etmişlerdir. Anlayıp dinlemeden çok
farklı şeyleri aynı gibi göstermek siyasetçilerin bu gibi konulara pek dikkat
etmediklerini göstermektedir.
Türkiye’ye sığınan yabancılar birçok şehrimizde nüfusun yarısını
teşkil eder hale gelmişlerdir. Vergi vermeyen, sağlıkta değişik imkanlar
sağlanan ve çeşitli kolaylıklar tanınan bu insanların ülkeye maliyeti de çok
yüksektir. Türkiye’de görülen ekonomik kriz covid-19 salgını ile daha da
büyümüş, daha önce yapılan fabrika, tesis özelleştirmelerinin milli ve yerli
görüşle yapılmadığını ortaya koymuştur. Osmanlı devleti bu gibi konularda çok
hassas hareket etmiş; sığınmacıların belirli bir yerde gettolaşmasına fazla
imkan sağlamamıştır. Ülkemizde yanlış uygulamalar, bilimsel olmayan inatçı
tutumlar liyakatin pek esas alınmaması kamu kaynaklarının eşe dosta ikram
edilmesi, bağımsız kurumların Cumhurbaşkanlığı’na tam bağımlı hale
getirilmeleri, üretmek yerine, ithal hastalığı, tarımdan hayvancılığa kadar
ekonomiyi perişan etmiş, Türk çiftçisi yerine, yabancıları zengin etmiştir.
Savunma sanayii dahil bir çok alanda güzel örneklerini gördüğümüz üretim
anlayışı tarımda ve hayvancılıkta, eğitimde ve kültür politikasında neden aynı
başarıyı gösteremediği çok düşündürücüdür. Eğer faizleri sabit tutarak resmi
kanalca belirleyecekseniz; bu dalgalı kur olamaz. Öcü kabul ettiğimiz faizleri
hep tokatlayıp indirdik ve kuru yükselttik. İhracatı artırmak istedik ancak
ihracat büyük oranda ithal girdiye dayandığı için yine yolda kaldık. Türkiye’yi
kendi elimizle yanlışlar yaparak istikrarsız bir hale getirdik.