Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na katılması bir
keyfilik değil kaçınılmazlıktı. Akacak kan başta durmaz misali kaderde olan
yaşanacaktı. Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğunun mirasının sulhen
paylaşılamaması yüzünden çıkmıştı. Savaşın çıkış nedeni ve hedefi olan bir
devletin savaş dışında kalması olanaksızdı.Ekonomik
gücü, askeri kapasitesi ve nüfus yoğunluğu ile doğuda Rusları, batıda
Fransızları, Manş’ın ötesinde İngilizleri tedirgin eden Alman faktörü,
patlayacak büyük savaşın bloklarını da belirlemişti! 19. yüzyıl boyunca
Birleşik Krallığın stratejisi, Çarlık Rusyası’nın Hindistan yolunun güvenliğini
tehlikeye düşürecek ölçüde güneye sarkmasının engellenmesi üzerine kurulmuştu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ömrünün beklenenden önce sona ermesi Birleşik
Krallığın uykularını kaçırmaktaydı. 19 yüzyıl boyunca (1877/1878 Osmanlı-Rus
Savaşı sonrası Berlin Antlaşmasına kadar) süregelen Osmanlı İngiliz dostluğu
(!) güneş batmayan Birleşik Krallık’ın belirlediği çıkar statükosundan başka
bir şey değildi. İngiltere’nin Berlin Antlaşması sonrası bu geleneksel
politikasına son vermesiyle, Osmanlı’nın dağılmasının önündeki en önemli engel
de ortadan kalkmış oluyordu.
Hasım bloklar
Mazlumlar
coğrafyasının yağmasından pay isteyen Almanya’ya karşı oluşan İngiliz-Fransız
ittifakına, Türk boğazları ve İstanbul vaadiyle ikna olan Rusya da katılınca
hasım bloklar iyice belirginleşmişti: Bağlaşıkların (itilaf) savaş ganimeti
olarak gördükleri Osmanlı İmparatorluğu’nun, Almanya, Avusturya-Macaristan
(ittifak) blokuna dahil olması tarihsel diyalektiğin dayattığı bir
mecburiyettir.
Avusturya
veliahtının Saraybosna’da uğradığı suikast, çoktandır beklenen büyük kapışmanın
nedeni değil bahanesiydi! Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun 28 Temmuz
1914’te Sırbistan’a savaş ilanının ardından ağustos ayında ittifak ve itilaf
güçlerinin karşılıkla savaş ilanlarıyla dört yılı aşkın sürecek 1. paylaşım
savaşı genişleyecektir. Çarlık Rusyası’nın 2 Kasım 1914’teki savaş ilanıyla
Osmanlı İmparatorluğu da kendisini büyük hengâmenin ortasında bulacaktırBağlaşıklar,
yakın geçmişte (1912) göz açıp kapayıncaya kadar tüm Rumeli’nin kaybına neden
olan Balkan bozgununu yaşamış Osmanlı’nın kısa sürede saf dışı olacağını
düşünüyorlardı. Öyle ya daha dünkü Balkan devletçiklerinin karşısında perişan
olan Türklerin, emperyalist kodamanlar karşısında direnmeleri olanaksızdı! İş
bağlaşıkların umduğu gibi gelişmeyecek, Balkan utancını silmek için kanlarını
sebil eden Mehmetler Londra’da, Paris’te, Moskova’da yapılan hesapları tersyüz
edecek, savaşın dört yıl daha uzamasına neden olacaktır.
Analizin ipuçları
Savaşın
ilk aylarında, doğu cephesinde yaşanan Türk-Rus kapışmasının en önemli
dönemeçlerinden biri de Sarıkamış harekâtıdır. Mehmet Ziya Yergök, Köprüköy ve
Sarıkamış muharebelerine 83. Alay Komutanı olarak katılan bir Türk subayıdır.
30 Ocak 1915’te yaralı halde Ruslara esir düşen Yergök, diğer tutsaklarla
birlikte, binlerce kilometrelik uzun ve çileli bir sevkin son durağı olan
Sibirya’nın Krasnoyarsk Esir Kampı’nda 5 yıl geçirecektir. Yergök’ün, Sarıkamış
Harekâtı sürecinde asker, komuta heyeti, cephe gerisi, lojistik sorunlar,
başarısızlığa yol açan aksaklık ve eksiklikler, sivil halkın sosyoekonomik
durumuna ilişkin notları dikkatli bir gözlemin, ciddi bir analizin ipuçlarını
vermektedir.
Yergök’ün
Sarıkamış harekatıyla ilgili olarak; “Felaketle sona eren Sarıkamış
muharebelerinden hiçbir fayda görmedik mi? Umulmadık bir mevsimde, umulmadık
yerlerden yaptığımız bu harekât Rusları telaşa düşürmüş ve onları bizim
ordumuza büyük bir önem vermeye zorlamıştır. Bu nedenle harbin sonraki
dönemlerinde Türk Ordusunun üzerine büyük kuvvetlerle gelmek zorunda kalmıştır.
Hatta denebilir ki Sarıkamış cephesinde karşımıza fazla kuvvet çıkarılması,
Çanakkale’de de Müttefikleri durdurup Rusya’ya gidecek yardımları engellememiz,
çarlığın devrilmesine ve Bolşevik ihtilalinin başarıya ulaşmasına etki
etmiştir. Avrupa cephelerinde, üzerlerindeki Rus baskısı azalan Almanlar
Polonya’yı kolayca istila etmişlerdir” değerlendirmesi tarihçiler tarafından da
desteklenmektedir.
Trajik hikâye
Tarihçi
Kitabevi tarafından yayımlanan “Sarıkamış’tan Esarete”, 1800 sayfalık anıların
yalnızca bir bölümünü oluşturmaktadır. Esir kampındaki günlük yaşam, Türk,
Alman, Avusturya, Macar esirlerinin bireysel ve kolektif davranışları, esaretin
bu kesimler üzerindeki etkileri, esir kampında kültürel-sanatsal etkinlikler,
Krasnoyarsk şehrinin demografik durumu, Krasnoyarsk’ta yaşayan Tatar
Türklerinin Türk esirlere yardımı canlı bir şekilde tasvir edilmektedir. Esir
kampından kaçış sonrası, Türkistan coğrafyasında kat edilen uzun ve çileli
yolun zorunlu konak yerleri olan, Kırgızistan-Bişkek,
Özbekistan-Taşkent-Semerkant, Aşkabat, Bakü, Batum üzerinden vatana dönüşün trajik
hikâyesi, okuru tekrar o günlere götürmektedir.
Yergök’ün
beş yıllık esaret yaşamından, bugün için de uyarıcı dersler içeren anılarından
bir bölümü daha paylaşalım: “Mekke Şerifi Hüseyin’in düşman tarafına geçmesi
ile başlayan Arap ihtilali, esir Arap subaylarını canlandırdı. Bunlar Ruslara
‘Biz de sizlerdeniz. Bizlere esir muamelesi yapmayın’ diye iddia edip dilekte
bulundular.Yeni hükümet bu iddiayı dinledi ve Arapları serbest bıraktı. Bunlar
şehirde serbest dolaşmakla kalmayıp kaçma teşebbüsünde bulunan Osmanlı
subaylarını ihbar edip yakalatarak esirlikten esirliğe sürüklenmelerine, genel
hapishanelere gönderilmelerine neden oldular.”
“Sarıkamış’tan
Esarete” geçmişte yaşanan trajedilerden, kayıplardan ders çıkarılmasının
zorunluluğunu bir kez daha kanıtlıyor. Asla unutmamalıyız. Ders çıkarılmazsa
tarih tekerrür eder!