SIĞINMACILAR BİR GÜVENLİK SORUNUDUR...
Türkiye’ye yeniden şekil verme ve
kuşatma süreci sözde dost ve müttefiklerimizce sürdürülüyor ve ülke
sıkıştırılıyor. En azından Lozan’ı Sevr’e çevirme çabaları da görülmektedir.
Son yıllarda bizi fazlasıyla meşgul eden Suriyeli sığınmacılar sorunu ülkenin
önüne dikilen sorunlar yumağının bir parçasıdır.
Sözde dostlarımız
ekonomiden milli kimlik ve birlik konusuna, milli bağımsızlığımıza ve
egemenliğimize sahip çıkma gayretlerimize, Ege ve Akdeniz’deki milletlerarası
hukukun aleyhimize çiğnenmesine kadar sorunlar çeşitlendirilmektedir. Batı
kesinlikle Suriye, Irak, İran ve Afgan sığınmacıların Türkiye’de kalmasını,
vatandaşlığa geçirilmelerini beklemektedir. Sosyal yapımızın çok kültürlülük
virüsü ile zarar görerek anayasa değişikliklerinde çeşitli baskılar sürdürülmektedir.
Ülkemiz için
tehlike bazı yöneticilerimizin çok kültürlülük tuzağına düşürülmesidir.
Demokrasinin gereği olan çok seslilik ile çok kültürlülük sürekli
karıştırılmaktadır. Sığınmacıların hepsini vatandaş yapma baskıları vardır.
Hatta daha ilerisi bunların siyasi olarak tanınması beklenmektedir. Hedef
Türkiye’nin nüfus dengesini bozmak, Anadolu’da Türk kültürünü hakim kültür
(dominant kültür) olmaktan çıkarmaktır.
Sığınmacıların
sorunu insan hakları meselesi değildir. Türkiye’de egemen alanlar ve
kurtarılmış bölgelere müsaade edilemez. Ege’de Yunanistan tarafından
sığınmacılara katliamlar yapılmaktadır. Bu konuda tabii ki Türkiye bir
Yunanistan seviyesine düşmemiştir ve düşmez. Tersine kurtarıcı rol
oynamaktadır.
Romantik ve
duygusal bir yaklaşımla konuya bakamayız. Sözde ümmeti çoğaltıyoruz şeklinde
yeni sorunlar yaratamayız. Bugün ümmetin varlığı bile tartışılıyor. Müslüman
kardeş diye kucakladığımız ülkeler ve devletçikler neden ümmeti düşünmez de;
onun koruyucusu ve savunucusu olan dün Osmanlı’ya, bugün de T.C.’ye düşmanlık
yaparlar? BM’de aleyhimize oy kullanırlar. Ortadoğu ihanetler coğrafyası neden
yapılmıştır?
Bir ara Suriye’nin
kuzeyindeki Araplar etnik temizlik ve ileride kullanılma uğruna Türkiye
sınırına göçe zorlanmış, terörist devlet ABD tarafından bölge PKK ve YPG’ye
teslim edilmiş ve boşaltılmıştır. İleride plesibit ile Türksüz bölgeler
yaratılabilir. Daha şimdiden Arapların sahip olduğu binaların dışına madeni
harflerle “Arap Anadolu” yazılmaktadır. Yaz uykusuna dalmış büyükbaş, küçükbaş
görevliler ise; bunu çapaklı gözleriyle seyretmektedirler. Göç politikası
aslında 15 Temmuz 2016 ABD güdümlü darbe ve işgal politikasının bir devamıdır.
Dün Osmanlı’ya ihanet edenlerin bugün T.C.’yi hedef almaları bir sürpriz
olmayacaktır.
Bu gelişmelere
dikkat çeken değerli ilim adamı Prof.Dr.Ümit Özdağ “Stratejik Göç Mühendisliği”
kitabında (sh. 29) göç sürecini ve mühendisliğini Anadolu’ya yönelik sessiz
istila olarak değerlendirmekte; üstelik Türkiye’nin bu göçün ekonomik
altyapısını da karşıladığına işaret etmektedir.
Yönetenler
tarihten ders almalı ve geleceği bağlayacak yeni yanlışlar yapmamalıdır.
Osmanlı döneminde bile Arapların kitleler halinde Anadolu’ya yerleşmesi kabul
görmemiş ve engellenmiştir (Aynı eser sh. 52). Bugün 18 yaşından küçük 3 veya
daha fazla çocuğu olan ailelere ekonomik yardım yapılmakta; sağlık ve ticaret
alanında anlaşılmaz imtiyazlar sağlanmaktadır. Suriyelileşen şehirlerin
artmasının teşvik edilmesi milli çıkarlarımızla taban tabana zıttır. Batı bunu
zevkle seyretmekte ve kültürel bütünleşmeden bahsetmektedir.
Anlaşılan 2020’li yıllarda da
Amasya Tamimi’nin, Erzurum ve Sivas Kongre kararlarının canlı tutulmasına
ihtiyaç vardır.