TÜRK KONSEYİ,TÜRK DÜNYASI ve AVRASYA
Türk Konseyi Devlet Başkanları Zirvesi, üç gün önce,
Kazakistan’ın ev sahipliğinde, çevrimiçi ortamda yapıldı. Zirveye asil üyeler
Kazakistan, Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Özbekistan’la birlikte,
gözlemci üyeler Macaristan ve Türkmenistan da katıldı. Zirvede, Kazakistan
Kurucu Cumhurbaşkanı, Türk Konseyi Onursal Başkanı Nursultan
Nazarbayev, dil ve alfabe birliği konusunda sıkça belirttiği
düşüncelerini, bir kez daha gündeme getirdi. İnsani, kültürel gelişim yanında,
işbirliğini derinleştirmek için de Latin alfabesi kullanmanın önemine değindi.
Karşılıklı ticaretin ve yatırımların altını çizdi.
Bu tür zirveler önemli. İşbirliği ve
kurumsallaşma bağlamında değerli. Önemli yaklaşım farklarını görmemizi
sağladığı için de öğretici. Konuyu tartışalım.
Birincisi, Türk dünyası denince, devlet
olarak; Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan
ve KKTC’yi anıyoruz. Kısaca Türk Konseyi veya Türk Keneşi denen Türk Dili
Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi, 2009’da kuruldu ve şimdiki halde Türk
dünyasının çatı örgütü. Fakat Türkmenistan, yapılan ısrarlı çağrılara rağmen
üye olmadı, gözlemci olmayı tercih etti. Macaristan’ın tavrı ise
sevindirici.
İkincisi, Türk dünyası; Türkiye’yi KKTC’nin
tanınması, Azerbaycan’ı ise Dağlık Karabağ konusunda yeterince desteklemiyor.
Bu önemli bir eksiklik. Türkiye’nin de kapsamlı, bütüncül bir Türk dünyası
siyaseti yok. İktidar, milliyetçiliğin her türlüsünü ayaklar altına aldığından,
ulus devletle hesaplaşmayı öncelediğinden, Atatürk ve Andımız’la sorunlu olduğundan, Arap
birliği ve İslam birliği hayali kurduğundan, Türk dünyasına mesafeli.
Muhalefetin ise Türk dünyasına ilişkin bilgisi de yok, öngörüsü de.
Üçüncüsü, Türk dünyası; kendi önemi ve
özelliği yanında, Avrasya coğrafyası açısından da önemli. Çünkü Avrasya;
jeopolitik, stratejik, ekonomik açıdan dünyanın en önemli bölgesi. Sert bir
mücadele alanı. Emperyalizmin hedefi. Son yıllarda dünya siyasetinin ağırlık
merkezi Batı’dan Doğu’ya, Atlantik’ten Avrasya’ya, Pasifik’e kayıyor. Avrasya
özelinde de Türk Cumhuriyetleri’nin özel, önemli, özgün bir konumu
var.
Dördüncüsü, Türkiye; Avrasya ülkesi olması
yanında, Türk devletleri arasında en güçlü, köklü ve büyük devlet. Kafkasya ve
Orta Asya’yla, Türkistan coğrafyasıyla, tarihsel, kültürel bağları güçlü. Daha
da güçlendirmeli. Ekonomik ve ticari bağları ise zayıf. Türkiye’nin, Türk
dünyasını iyi bildiği, tanıdığı söylenemez. Yakından ilgilendiği de yok. Bu
konuda çalışan uzmanların ve kurumların sayısı da az.
DİL VE KÜLTÜRÜN ÖNEMİ
Beşincisi, Türk dünyası; özgül ağırlığını
artırabilirse, Avrasya’da etkili olmak, ağırlık merkezi oluşturmak için geniş
olanaklara kavuşur. Bunun için öncelikle Türk devletlerinin güçlü biçimde
birlik oluşturmaları, sürdürülebilir işbirliği modelleri geliştirmeleri, temel
konularda ortak tavır almaları şart. Bünyelerinde kalabalık Müslüman ve Türk
nüfus barındıran Rusya ve Çin’in; bölgeyle yakından ilgilenen İran’ın; bölgeye
yönelik emperyalist projeleri bilinen ABD’nin, Türkiye’ye ve Türk dünyasına
ilişkin politikalarını da bilmek gerekli. Türkiye; öncülük yapar, inisiyatif
alır, güçlü stratejiler geliştirir, kapsamlı ve gerçekçi bir Avrasya siyaseti
izlerse, hem Türkiye hem Türk dünyası kazançlı çıkar.
Altıncısı, Türk dünyası kavramı; tarihsel,
siyasal, toplumsal, kültürel, coğrafi, etnolojik boyutlarıyla çok eski
dönemlere uzanıyor. Türklerin ilk alfabesi olarak bilinen, Türk adının, Türk
milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin olan Orhun Kitabeleri’nden başka,
yazılı belgeler açısından en azından 1300 yıllık bir tarih söz konusu. Yazılı
dönem öncesi hesaba katılırsa, 5 bin yıl geriye götürülür. Türk dünyasında,
ortak dil ve alfabe çabaları ise kabaca 150 yıllık geçmişe sahip. Yakutlar;
Latin alfabesine geçen ilk Türk toplumu, 1917 - 1933 arasında Latin alfabesini
kullanmışlar. Azerbaycan; Bakû’da 1926’da toplanan Birinci Türkoloji
Kongresi’nden sonra, 1929’da Latin alfabesine geçmiş. Türkiye ise 1928’de Harf
İnkılabı’yla Latin harflerini benimsedi.
Sonuç olarak Türk dünyası; siyasi açıdan
eski olsa da özellikle ve sıklıkla Soğuk Savaş sonrasında kullanılan bir
kavram. Soğuk Savaş bittiğinde, SSCB dağıldığında Türkiye; gelişmelere karşı
hazırlıksızdı. Aradan 30 yıl geçti. İlk günlerin duygusallığı dağıldı.
Gerçekler daha iyi anlaşıldı. Geçen 30 yılda Türk devletleri de birbirlerini
daha iyi tanıdılar. Aralarındaki aynılıkları, benzerlikleri, farklılıkları daha
net gördüler. O nedenle Türk dünyasına ilişkin stratejilerin akıl ve bilim
temelli olması, gerçekçi bir zemine oturması, bölge dengelerini gözetmesi şart.
Çünkü büyük sözler söyleyip gereğini yapamamak, mevcut itibar ve saygınlığı da
zedeliyor.