ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun, 7 ülkeyi kapsayan ziyaretinin Türkiye ayağında yalnız Rum Ortodoks
Patrikhanesi’nin seçilmiş olması üzerinde düşünülmelidir. Bu
ziyaret, patrikhanenin Türk hukukundaki statüsünün ABD açısından bir anlam taşımadığınınçok kaba biçimde ifadesi olarak
okunmalıdır.
Türk hukukuna göre Rum Ortodoks
Patrikhanesi’nin yetkisi, Türk uyruklu Ortodoks yurttaşlarımızın dini iş ve
işlemleri ile sınırlıdır.Patrikhane, politik bir kurum değil, Türk hukukuna
tabi dini bir kurumdur.
ABD ve AB ise patrikhanenin yetkisinin Türkiye ile
sınırlanamayacağını, dünya üzerindeki bütün Ortodoksların en yüksek dini makam
ve otoritesi olduğunu ileri sürmektedir. ABD ve AB yetkililerinin patrikhane
ziyaretlerinde ve Rum patriğinin yurtdışı ziyaretlerinde uygulanan protokol
yukarıdaki tanımın çok ötesinde ve
üzerindedir.
TEOPOLİTİK DEVLET İSTEĞİ
Patrik, dünya çapında hem dini hem siyasi bir makam ve
statünün sahibi olarak takdim edilmektedir. Teopolitik bir dünya lideri olarak
tanımlanan patriğin ve dünya çapında bir dini merkez
olarak görülen patrikhanenin fiili statüsünün hukukileşmesi için
Türkiye’ye uzun zamandır baskı yapılmaktadır.
Bartholomeos, ABD ve AB tarafından kendisine sunulan
güçlü destekten son derece memnun görünmektedir. Kendisine
gösterilen ilgi ve verilen destekle orantılı olarak
teopolitik bir dünya liderinin davranışlarını sergilemektedir.
Türkiye’nin yapılan baskılara boyun eğip patriğin
fiilen kullandığı unvana ve sahip olduğunu iddia ettiği misyona uygun bir
hukuki düzenleme yapılması halinde, Türkiye içinde Türk hukukuna
tabi olmayan teopolitik bir devlet ortaya çıkacaktır!
VERİLEN MESAJ AÇIK
ABD Dışişleri Bakanı’nın
17 Kasım 2020’de düzenlediği ziyareti ve açıklamaları önceki ziyaretlerden daha öte bir durumun ipuçlarını vermektedir.
ABD yetkilileri, birkaç saat süren patrikhane ziyaretinin ardından gönül alma kabilinden en
fazla yarım saatlik İstanbul Müftülüğü ziyareti gerçekleştirirlerdi.
Müftülük ziyaretinin es geçilip
Rüstem Paşa Camii’nin ayaküstü ziyareti ile
verilmek istenen mesaj, Türkiye’nin politik ve dinsel olarak aşağılanması
olarak görülmelidir.
Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’deki haklarını ve
çıkarlarını korumaçabalarına karşı verilen tepkilerin açık
tehdit boyutlarına ulaştığı bir süreçte gerçekleşen ziyaret bu
açıdan da iyi değerlendirilmelidir. Pompeo’nun 13-23 Kasım tarihleri arasında 7
ülkeyi kapsayan ziyaretinin ilk adımı olan Fransa ziyaretinde Macron’la
görüşmesinin ardından Le Figaro gazetesine verdiği demeçte, “Türkiye’nin son dönemdeki eylemlerinin çok saldırgan olduğu
konusunda Macron’la aynı fikirdeyiz” cümlelerini kullanması, gezinin ikinci
ayağı olan Türkiye’ye gelmeden önce verilen açık bir
tehdit olarak algılanmalıdır.
Pompeo’nun Fransa
ziyaretinin ardından uçakta ABD’li üst
düzey bir yetkilinin gazetecilerle düzenlediği bilgilendirme toplantısında,
Fransız mevkidaşı Le Drian’ın ile Pompeo’nun,
Türkiye ile aralarındaki farklılıkları konuştuklarını açıklarken kullandığı“Türklerle
ilgili kaygılarımızın olduğu Dağlık Karabağ, Doğu Akdeniz, Libya, Suriye ve diğer
bölgelerle ilgili kapsamlı görüşmelerimiz oldu” sözleri, önümüzdeki dönemde Türkiye’ninönüne nelerin
konulacağının da ipuçlarını vermektedir.
AĞIR TEHDİT
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, Pompeo Türkiye’ye gelmeden önce yaptığı resmi
açıklamada, İstanbul’da yalnızca Fener Rum Patriği Bartholomeos ile görüşüleceği, Türkiye ve
bölgedeki dini konuların masaya yatırılacağı ve ABD’nin
din özgürlüklerine ilişkin güçlü duruşunun vurgulanacağı
cümlelerine bakıldığında ziyaretin iki temel amacı anlaşılmaktadır: Patrikhaneye
güçlü destek, Türkiye’ye ağır tehdit!
Görüldüğü gibi bu
ziyaret, dini özgürlüklerin salt dinle, Rum Ortodoks
Patrikhanesi’nin de salt Ortodoks yurttaşlarımızın dini işleriyle ilgili
olmadığını bir kez daha göstermiştir. Emperyal
güçler için dinin politik anlamı ve içeriği teolojik - ilahi
boyutundan daha fazla önem taşımaktadır.
Yeni sömürgecilik açısından “dini özgürlük” söylemi, emperyal
çıkarların makyajlanması ve kutsallaşması için kullanılan bir
kavramdan öteye anlam taşımamaktadır.
Mazlumlar coğrafyasındaki sömürünün sonsuza kadar
sürmesini isteyen emperyalistler, mazlum milletlere vurdukları ekonomik kelepçeyi, dini özgürlükler makyajıyla
piyasaya sürdükleri teolojik kelepçe ile bir daha
çıkarılamayacak prangaya dönüştürmek
istemektedirler.
Türkiye, başına örülmek istenen çoraplardan, ellerine,
ayaklarına, bilicine vurulmak istenen zincirlerden kurtulmanın tek
yolunun 29 Ekim 1923 ile simgeleşen kuruluş mimarisinden vazgeçmemeklemümkün olduğunu
unutmamalıdır.