“Durumu bir daha
görüştük ve kesinlikle anladık ki Türkün gerçek kurtuluş güneşi 30 Ağustos
sabahı ufuktan bütün parlaklığı ile doğacaktır.Bu sahada akan Türk kanları,
gökte dolaşan şehit ruhları, devlet ve Cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır.”
Mustafa Kemal Atatürk
30 Ağustos 1924
Sakarya, 15 Mayıs 1919’da Küçük Asya’nın fethi
rüyasıyla başlayan Yunan yayılmacılığının ulaşabildiği son sınırdır. Sakarya,
İzmir’den Anadolu’nun içlerine doğru ilerledikçe büyük hayalin, yerini büyük
endişeye bıraktığı Türk dalgakıranıdır. Sakarya, işgal ordusu yaklaştıkça
Ankara’yı ulaşılmaz, erişilmez yapan Türk seddidir. Sakarya, adı ilan edilmemiş
yeni Türk devletinin siyasi ve askeri merkezi Ankara’nın gücünün tescillendiği
yerdir.
30 Ağustos 1934 tarihli Cumhuriyet gazetesi 1. sayfasından.
DÜŞMAN EZİLDİ
30 Ağustos 1922 ise düşman ordusunun merkez kuvvetinin
bel kemiğinin kırıldığı, savaşma azminin yok edildiği, yeniden saldırı
pozisyonuna geçemeyecek hale getirildiği tarihtir. 30 Ağustos, 26 Ağustos’ta
başlayan “Büyük Taarruz”un kesin sonucunun alındığı, düşmanın yeni bir savunma
hattı oluşturmayacak ölçüde ezildiği tarihtir. 30 Ağustos, İzmir’le Türk ordusu
arasında askeri engelin ortadan kaldırıldığı tarihtir.
Sakarya sonrası, saldırı pozisyonundan savunma
durumuna geçen düşman, tedirgin bir bekleyiş içindedir. Savunma hattını
Sakarya’dan çok uzakta, Afyon’da oluşturan Yunan kurmayı, İzmir ve havalisini
elde tutabilmenin hesabını yapmaktadır. Venizelos ve kral taraftarlarının
sürtüşmesi, ordunun disiplinini ve hiyerarşik yapısını olumsuz etkilemekte, değişmeye
başlayan uluslararası dengeler, durumu daha karmaşık hale getirmektedir.
Türk ordusu, Sakarya’dan bu yana geçen bir yılda
düşmana vurulacak ölümcül darbenin hesabını yapmaktadır. Muhalif kanat, ordunun
niçin hâlâ taarruza geçmediğini sorgulamakta, TBMM’de ateşli tartışmalar
yaşanmaktadır. Kurtuluşun siyasi ve askeri lideri Mustafa Kemal, bin bir emekle
yoktan var edilen ordunun, yersiz ataklarla değil, kurmay aklıyla sevk ve
idaresinden yanadır. Bunca emeğin, bunca sabrın ve milletin özverisiyle
yaratılan ordunun yanlış bir hesapla örselenmesini istememektedir.
26 Ağustos 1922, Türklerin günüdür. 26 Ağustos sabahı
başlayan cehennemi topçu ateşi, düşman siperlerini hallaç pamuğu gibi atmakta,
patlayan her top mermisi, emperyal işgalin, zulmün hesabını sormaktadır. Yoğun
topçu ateşinin ardından sıra Mehmetlerin ağustos güneşiyle parıldayan
süngülerindedir. Aşılamaz denilen hatlar hızla aşılmakta, yıkılamaz denilen
düşman tahkimatı kısa sürede dağıtılmakta, Mehmetlerin aralıksız saldırılarına
karşı geliştirilmeye çalışılan direnç, yerini bozguna bırakmaktadır.
‘KATİLLER SÜRÜSÜ’
26 Ağustos’ta başlayan büyük saldırının kesin sonucu
30 Ağustos’ta alınmış, Afyon’la İzmir arasındaki yüzlerce kilometrelik mesafe
her geçen saat daha kısalmaya başlamıştır. Atatürk’ün, “Askerlik şerefinden
yoksun katiller sürüsü” dediği Yunan ordusu, askeri kurallara ve baştan beri
uygulamadığı savaş hukukuna aykırı biçimde, kaçış yolu üzerindeki köyleri,
kasabaları, şehirleri yakıp yıkmakta, binlerce sivili acımasızca
katletmektedir.
Soykırım ölçülerine varan vahşetin hesabını vermesi
gereken Yunanistan’ın, yurtlarını savunan Türkleri, Küçük Asya ve Pontus
Helenlerine soykırım yapmakla suçlaması, geçmişten günümüze değişmeyen
hastalıklı ruh halinden ve ölçüsüz fanatizmden vazgeçmediği gibi tarihten de
hiç ders almadığını göstermektedir.